Türk Kültürü ve Tarihinde At
Atın Türkler Tarafından Evcilleştirilmesi ve Kullanılması
Batılıların
Ari ırkın üstünlüğünü kanıtlamağa çalışan İndo-Germen kuramına göre,
Hint-Avrupalıların çok eski dönemlerde Çin'in Kansu bölgesine değin
bütün Orta Asya'ya yayıldıkları ve aslında göçebe (bozkırlı) oldukları,
atın ilk kez onlarca evcilleştirildiği, dünyanın ata binme sanatını
onlardan öğrendiği öne sürülür. Bu aslında Batılıları yüceltmeye
dayanan köksüz bir kuramdır. Bugünkü Batılıların ataları ne tarım
kökenli, ne de göçebe kökenli olmayıp asalak ekonomiye (avcılık ve
toplayıcılık) bağlı olduklarından, Batılılar atalarını yüceltmek ve
kendilerine daha yüksek bir kültür kökeni sağlamak için bu kuramı icat
etmişlerdir. Batılıların atın üzerinde önemle durması, bu hayvanı
evcilleştirip binmenin insanlığın kültür geçmişinde çok ileri bir hamle
olmasından ileri gelir.
Evcil atın kökeninin kuramsal olarak
kalıntıları Orta Asya'daki Cungarya'da ortaya çıkarılan kısa kalın
bacaklı, büyük ve öne doğru eğik başlı "Equus Przewalsky" olduğu öne
sürülmüştür. Ancak, eski çağlarda bir değil birçok türden yaban atı
yaşamış olup, bunlar arasında Bozkır Kültürü'ndeki (Türklerin yarattığı
kültür) savaşçı çobanlarca binek ve savaş atı olarak kullanılan at,
"Przewalsky" cinsi değil, küçük gövdeli, uzun ve ince bacaklı, mağrur
bakışlı, sert tırnaklı batı bozkırları cinsidir. Asya Hunları
"Przewalsky Atı" nı bilir ama bu atı yalnızca araba ve yük hayvanı
olarak kullanırlardı. Kalın bacaklı, hantal gövdeli "Przewalsky Atı"
koşu sırasında çeşitli yönlere doğru hızlı dönüş yapmağa elverişli
değildi. "Bozkır Atı" nın ise, özellikle savaşlardaki seri ve karmaşık
manevra hareketlerine kolayca alışabilen bir gövde yapısı vardı.
Asya'daki
ilk at kalıntıları, Türk anayurdu bölgesindeki Afanasyevo Kültürü (MÖ
2500-1700) ile onun bir gelişmesi olan, aynı bölgedeki Andronovo
Kültürü'nde (MÖ 1700-1200) görülmüş ve Andronovo Kültür Çevresi'ne
giren yerlerde hep at kalıntıları ile karşılaşılmıştır. Çeşitli
bilginlerin araştırmalarının ortaya koyduğu kanıtlara göre bu iki
kültür, Türklerin eski ataları tarafından yaratılmış olup Andronovo ve
Afanasyevo kültürlerine ait insan iskeletleri Türk = Turan tipini
temsil etmektedir.
Başka kültür çevrelerinin kalıntılarında
bulunmuş at iskeletlerinin fonksiyonel bir değeri yoktur. Örnek olarak
bugünkü Türk toplumunu ve kediyi ele alalım. Bundan binlerce yıl sonra
bugünkü Türklerin yaşamış olduğu topraklarda arkeolojik bir inceleme
yapılsa, birçok kedi iskeleti ile karşılaşılır. Ama bu iskeletler,
kedinin Türkler tarafından evcilleştirildiğini, Türklerin yaşamında
kedinin sosyal ve/veya ekonomik bir unsur olduğunu kanıtlamaz. Önemli
olan, kedinin Türk yaşamında fonksiyonel bir değer kazanıp
kazanmadığıdır. İşte, atın fonksiyonel bir değer kazanması, ancak
Türklerin öz ve kendi yarattıkları kültürleri olan "Bozkır Kültürü" nde
görülmektedir. Bozkır Kültürü'nde rol onayan baş etken biniciliktir.
Binicilik ihtiyacının yerleşik köylü kültürlerde değil, geniş otlakları
ve uzak su başlarını hızla dolaşmak zorunda olan Bozkır Kültürü'nde
duyulacağı açıktır. Bozkır Kültürü'nde, ilk başta kalabalık sürüleri
kollamak gibi bir araç olan binicilik, kısa sürede askerî bir değer
kazanarak bozkır savaşçılığının temeli olmuş, at da savaş atı tipine
doğru geliştirilmiştir. Andronovo Kültürü'nün yaratıcısı olan savaşçı
Proto-Türklerin çevreye egemen olmaya başlaması, dünya savaş tarihinde
3500 yıllık "Savaş Atı Çağı" nı açmıştır. Hun Türkleri, Çin
topraklarında atlı savaşın bilinmediği bir zamanda kendi özgün
kültürleri ile göründüklerinde, savaş atlarını da yanlarında
getirmişlerdi. Böylece savaş atı, doğuya doğru yayılmış ve Orta Asya
ile Doğu Asya'da savaş atı yetiştiriciliği ilk olarak Hunların
yayıldıkları Şan-Si bölgesinde görülmüştür.
Atın binek hayvanı
olarak kullanılması, dünya tarihinde çok önemli bir aşama olup tarıma
bağlı hayvancılığın çok üstünde bir kültür atılımıdır. Avcılık
yaşamından hayvanları evcilleştirmeğe geçek ilk ırk Türklerdir. At,
Türkler tarafından evcilleştirilmiş, Türkler ata binen ilk insanlar
olmuştur. Kapanda-Yüs bölgesinde (Afanasyevo-Andronovo kültür çevresi)
yapılan kazılarda, MÖ 3. bine tarihlenen mezarlarda ağızlarında demir
gem izleri bulunan at iskeletlerine rastlanmıştır. Atın, Ön Asya ve
İndo-Germen kavimlerinin tarihinde önemli bir yeri olmadığı gibi
Moğollar'da da sonradan yer almıştır. Moğollar aslen bir bozkır kavmi
değil, orman kavmi idi. Fakat daha sonraları Bozkır Kültürü'ne
katılmışlar, Türklerle birlikte bu kültürün uygulayıcısı olmuşlardır.
Dolayısıyla, Moğol yaşamında atın yer edinmesi Türk Kültür Çevresi'ne
yani Bozkır Kültürü'ne geçmeleriyle başlar. Bütün bunlara karşılık, en
eski çağlardan beri Türklerin siyasal, dinsel, ekonomik ve toplumsal
yaşamında at merkezî bir rol oynamaktadır. Türkler, yetiştirdikleri
atın etini yerler, sütünden millî içkileri olan kımız'ı yaparlar, onu
kurban olarak sunarlar, yabancı ülkelere ihraç ederek gelir
sağlarlardı. Özellikle Çin, atı Türk ülkelerinden sağlardı. Çinliler,
sadece Göktürk çağında, ayrı adlarla anılan 11 cins Türk atından söz
etmişlerdir.
Çin belgelerine göre, Hun Türklerinden önce Çin'in
kuzey kavimleri atlı savaş yöntemini bilmiyorlardı. Çinliler de atı
önceleri yalnızca savaş arabalarında kullanmakta olup MÖ 4. yüzyılda
Türklerle ilk karşılaştıkları zamana kadar Atlı Bozkır Kültürü'nü
bilmemekteydiler. Çin tarihlerine göre Türkler her yıl at güreşi
düzenler, birinci gelen atın soyunu türetirlerdi. Çinliler, Türk
atlarının güzelliğine ve gücüne hayrandılar. En güzel Türk atlarına
"Kan Terleyen Atlar" adı verilirdi.
Güreşen Atlar
Bozkır
Türk'ü, yaşamında çok önemli bir yeri olan, özel ad ve sanlar verdiği
ve törenle gömdüğü atı zeka sahibi, gökten inmiş, kutsal bir hayvan
olarak düşünmüştür. Asya'daki en eski atlı defin, Andronovo Kültürü'nde
görülmektedir. Atlı defin törenleri, Andronovo Kültürü'nden dünyaya
yayılmış, bu kültürün soyundan gelen Hun ve Avar Türklerince de Germen
ve İslav kabilelerine öğretilmiştir. Köl Tigin Yazıtı'nın doğu yüzünün
32-40. satırları ile kuzey yüzünün 2-9. satırlarında Göktürk orduları
başkomutanı Köl Tigin'in bindiği atlar, adları ile belirtilir. O çağdan
beri Türkçe'de "at" olarak söylenen sözcük, Asya Hunları’nın
evcilleştirdiği hayvanlardan söz eden MÖ'ki Çin kaynağı Shi-Ch'i'de Çin
ağzına uydurularak- k'utti, k'uai-t'i olarak belirtilmektedir. Çince
kaynak bu Hunca sözün anlamını "daima büyük bir güç ile sıçramaya
istekli" diye açıklamıştır. Türkçe'de "at" sözcüğünden türemiş atım,
atlamak, atılmak, atmak vb sözcüklerde aynı anlam bugün de
korunmaktadır.
Türkler, Ön Asya ve Anadolu'ya göç edince at
kültürlerini de birlikte getirmişlerdir. İlk İslam döneminde Esb-i Türk
(Türk Atı) ünlü idi. At, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında da Türk
kültüründeki müstesna yerini korumuştur. Kastamonu Beyliği'nin
yetiştirdiği atlar dünyaca ünlü olup Arap atlarından üstün bulundukları
için, her biri bin altından satılıyordu. Türk at kültürü ile birlikte
iğdiş, ulak, yam, yamçı, yağız, yılkı vb Öz Türkçe sözcükler Arapça ve
Farsça'ya geçmiştir.
Kurıkanlar ve Türk At Kültürü
Göktürk
Yazıtları'nda adları sık sık geçen Kurıkanlar, Baykal gölünün batısında
yaşarlardı. Kurıkanlar'dan kalmış kaya resimleri arasında Göktürk
yazısı ile yazılmış Türkçe yazıtların bulunması, Kurıkanların bir Türk
boyu olduğunu göstermektedir. Kimi araştırmacılarca Oğuz Türklerinin
bir boyu sayılan Kurıkanlar, Göktürk döneminde Sahaların (Yakutların)
güneyinde,
Göktürklerin de kuzeyinde bulunuyorlardı. Çin
kaynakları, Kurıkanların çok büyük ve güçlü olan, boyunları deve
boynuna benzeyen atlarının bulunduğunu yazarlar. Kurıkanlar'dan kalmış
kaya resimlerinde de uzun boyunlu güzel atların bulunması Çin
kaynaklarını desteklemektedir. Kurıkan kaya resimlerinde atların
yeleleri tarak ağzına benzer bir biçimde kesilerek süslenmiş,
boyunlarına da bir püskül asılmıştır. Bu tarak biçimindeki at yeleleri
Altaylardaki Gök Türk, Kırgız çevrelerinde bulunduğu gibi,Hunları
temsil eden Çin kabartmalarındaki at yelelerinde de bulunur. Türkler,
atın yelelerine astıkları bu süslere bonçuk, monçuk (boncuk) derlerdi.
Kurıkan
kaya resimlerindeki kimi atların eyerlerinin arka kaşları oldukça
yüksektir. Türklerde eyerlerin bu ön ve arka yastıklarına köpçük adı
verilirdi. Bazen de öngdünki yalıg, kidinki yalıg, yani "ön eyer kaşı,
arka eyer kaşı" diye adlandırılırdı. Resimlerde, atların bazılarının
kuyrukları düğümlenmiştir. At kuyruğunu bağlama geleneği Türklere
özgüdür. Alp Arslan da, Malazgirt Meydan Savaşı'nda atının kuyruğunu
bağlamıştı. Türkler, at kuyruğunu iple bükme ya da bağlamaya sırtlamak
derlerdi. Harezmşahlar döneminde yazılmış Türkçe sözlüklerde "tügdi
atnın kuyrugın" şeklinde deyimlere rastlanır. At kuyruğunu bağlama
geleneği Kırgızlarda, Hunları temsil eden Ho-Chü-P'ing dikilitaşında,
Çin ressamı Han-Kan'ın yapmış olduğu bir Hun portresinde ve sair Türk
boylarında da görülür. Bu gelenek daha sonra Moğollara da geçmiştir.
Kurıkan
Türklerinin kaya resimlerinde atlara bazen üç kişinin bindiği görülür.
Birden çok kişinin ata binmesi adeti öteki Türk boylarında da vardı.
Türkler, at üzerine ikinci bir kişinin binmesi için ayrılan yere
sugarsuk, atın arkasına binene de köçük derlerdi.
MS 983-985
yıllarında Uygur başkentine giden Çinli elçi Wang Yente, Uygur
Türklerinde mülkiyetin at renklerine göre düzenlendiğini belirtir.
Peçenek Türklerinde de benzer biçimde, boylar atların renkleriyle
vurgulanır. Sekiz boydan oluşan Peçenekler’in atlara bağlı olarak
aldıkları adlar şöyledir:
1) Yavdı Erdim: Parlak Erdem. Parlak atları olan Erdem boyu.
2) Kürekçi Çor: Gök (Mavi) Çor. Gök (mavi) atları olan Çor'un boyu.
3) Kabukşın Yula: Ağaç kabuğu renginde atları olan Yula'nın boyu.
4) Suru Kül-Bey: Boz atları olan Kül-Bey'in boyu.
5) Kara Bay: Kara atları olan Bay'ın boyu.
6) Boru Tolmaç: Koyu renkli atları olan Dilmaç'ın boyu.
7) Yazı Kaban: Kaban boyu (net değildir).
Bula Çoban: Alaca atları olan Çoban'ın boyu.
Yukarıda
Peçenek boylarının adlarında geçen Çor, Yula, Bay, Dilmaç, Çoban
(Çaban) terimleri kişi adı değil, unvandır. Mesela Çoban, koyun güden
anlamında değildir.
Türk Ordusunda At
Hun Türkleri,
binicilik ve savaş eğitimlerine daha çocukken başlar; önce koyuna,
sonra taya, en sonra da ata binilerek süvarilik öğrenilirdi. 4-6.
yüzyıl Roma ve Batı kaynaklarına göre "Daha yeni yürümeğe başlayan Hun
çocuğunun yanında eyerlenmiş bir at hazır bulunurdu", "Hunlar at
üstünde yerler, içerler, konuşurlar, alış-veriş yaparlar, uyurlardı",
"At başka kavimleri yalnızca sırtında taşır, ama Hunlar at üstünde
ikamet ederlerdi". 7-10. yüzyıl Bizans kaynaklarına göre "Türkler sanki
at üstünde doğmuşlardır, sanki yerde yürümesini bilmezler". Çin
kaynaklarına göre, en iyi at eğiticisi olan Asya Hunları, kimsenin
dokunamadığı yaban atlarını yakalayıp evcilleştirirlerdi. Benzeri
bilgilere Çin, Roma, Bizans, Rus, Süryani, İslam vb kaynaklarda 14.
yüzyıla değin rastlanır.
Hun, Göktürk, Selçuklu, Türk-Moğol ve
Osmanlı kağanlıkları (=imparatorlukları) at üzerinde yaşayarak ve
savaşarak kurulmuştur. Türkler yaşın (=şimşek) gibi hızlı atlarıyla
kolaylıkla fetihler yapar, uzak-yakın ülkeleri ele geçirirlerdi. Ağır
zırhlı orduları baskın ve ani saldırılarla şaşkına çevirir, girişimi
daima elde bulundurarak düşman saflarını bozar, sonunda da yok etme
saldırısını başlatırlardı. Bu durum, zaferin az bir kayıpla
kazanılmasını sağlardı. Bundan ötürü Ortaçağ kaynakları, Türk
savaşçılarının "kasırga gibi birdenbire görünüp, kuşlar gibi
uzaklaştıklarını" şaşkınlıkla tasvir etmişlerdir. Eski Türklerin atlı
birlikleri, çağımızın zırhlı birlikleri gücündeydi.
Büyük
çoğunluğu okçu atlılardan kurulu Türk orduları, atın sağladığı hız ile
ağır ve kütle muharebesi yapan yabancı ordular karşısında üstünlük
kazanırlardı. Bozkır savaş yönteminin iki önemli özelliği vardı: sahte
geri çekilme ve pusu. Yani kaçarmış gibi geri çekilerek, düşmanı çember
içine almak için pusu kurulmuş yere çekmek. Yada Türk yurdunun eski
adından ötürü adı verilen bu savaş oyununun temel faktörü at ve atın
sağladığı süratti. Atın sağlamış olduğu sürat olmasa bu taktik
uygulanamazdı. Türkler, Bozkır döneminde ve daha sonra da (1071
Malazgirt, 1369 Niğbolu, 1526 Mohaç, Kurtuluş Savaşı'ndaki bir çok
çarpışma vb) bu taktiği büyük bir beceri ile uygulamışlardır.
Göçebe
Türk Kağanlıklarında at, askeri gücün kaynağı idi. Bundan ötürü
Türkler, çok sayıda at yetiştirirlerdi. MÖ 49 yılında bir Hun ailesinin
7000 atı, MS 83 yılında da başka bir ailenin 20.000 atı olduğu
saptanmıştır. Göktürk han ve beylerinin de at sürüleri sayısızdı, yüz
binlere varıyordu. Göktürkler çağında, Kırgız ve Basmıl Türklerine
komşu olan bir Türk boyu adını atlarının renginden almıştı. Bunların
Oğuzlardan Alayondlu boyu olduğu anlaşılıyor. Nitekim 8. yüzyıldan
kalma Tibetçe bir belgede Alayondlu (Ha la-yun long) boyunun kalabalık
ve zengin olup, en iyi Türk (Drugu) atlarını yetiştirdiği bildirilir.
Türk
atlıları, savaş alanında atların renklerine göre belli kanatlarda yer
alırlardı. MÖ 201'de Çin imparatoru Kao-ti'yi kuşatan Motun'un (Mete)
savaş düzeni de böyle idi ve doğuda boz atlılar, batıda kır atlılar,
kuzeyde yağız atlılar, güneyde doru atlılar yer almıştı. Savaşa girecek
atların kuyruklarının kesilmesi de eski Türklerde yaygın bir gelenekti.
Çetin savaşlara girmek üzere hazırlanan savaşçılar atlarının
kuyruklarını kesip tuğ yaparak kendilerinin fedai olduklarını ilan
ederlerdi; savaşçı savaşta ölürse, kesilmiş olan atının kuyruğu
mezarına dikilirdi. Zafer için Tanrı'ya yapılan eski at kurbanlarının
bir tür devamı olan bu gelenek, daha sonraları atın kuyruğunu düğümleme
biçiminde devam etmiş, Osmanlılarca da uygulanmıştır. Ayrıca aynı
gelenek (savaşa giden savaşçının atının kuyruğunu düğümlemesi) Kuzey
Amerika Kızılderililerinde de vardı.
Eski Türklerde kutsal Türk
sancağı tuğ idi. Türk devletinin ve bağımsızlığınının simgesi olan
tuğ'un başına at kuyrukları bağlanırdı. Tuğ dört bölümden oluşurdu:
süslenmiş tuğ direği; direğin başına bağlanmış at kuyrukları; tuğ başı
(direğin başına konulur ve kuyrukların bağ yerini gizlerdi); tuğ
başının üzerine konulan kurt başı.
Eski Türk Dini ve Mitolojisinde At
Eski
Türklerde Gök Tanrı ve atalara kurban olarak hayvan kesilirdi. Kurban,
hayvanın erkeğinden olurdu. Dede Korkut Kitabı'nda yiğitler koyundan
koç, deveden buğra, attan aygır kırdırırlar yani kestirirler. En
geçerli kurban olan at iskeletlerine Bozkır Türk boylarından kalma
sinlerde (mezarlarda) rastlanır. Bundan ötürü Asya Hun, Göktürk, Avrupa
Hun ve Avrupa Avarları'nın mezarlarında bol oranda at iskeleti
bulunmuştur. Çin kaynakları Hun Kağanının her yıl dağda, göğe at kurban
ettiğinden söz ederler. Bu kurban törenlerinde özellikle ak at
kullanılırdı. Gök Tanrı'ya kurban verme işlemleri Proto-Türk ve Hun
dönemlerinde olduğu gibi, Göktürk döneminde de sürmüştür. Bu dönemde av
sırasında at, vurularak da kurban edilirdi.
Yanlış olarak kurgan
diye adlandırılan (kurgan Eski Türkçe'de korunulacak yer, kale anlamına
gelir; Eski Türkler mezara sin, gömüt, bark gibi adlar verirlerdi) Eski
Türk mezarlarında, ölüye öteki dünyada hizmet etmesi için gömülmüş
atlara rastlanmıştır. Çok kez yas belirtisi olmak üzere atların
kuyrukları kesilmiş yada düğümlenmiştir. Atın kurban edilmesi İbn
Fadlan'ın seyahatnamesinde de anlatılır. Kesilmiş ağaçlar üzerinde
mezarın başına asılan at, ölünün uçmağa (=cennete) giderken bineceği
attır. Müslümanlık döneminde de kimi Türk hükümdarları atıyla birlikte
gömülmüş yada atının tek başına gömülmesi için tıpkı İslam öncesi
dönemde olduğu gibi- mezar yapılmıştır.