Rumeli Hisarı
Rumeli Hisarı hakkında bilgi:
**********************************
İstanbul
Sarıyer'de bulunan Rumeli Hisarı, 30 dönümlük bir alanı kapsamaktadır.
Anadolu Hisarı'nın karşısında İstanbul Boğazı'nın 600 metrelik en dar
ve akıntılı kısmında, uzaktan bakıldığı zaman eski harflerle Muhammed
biçiminde okunacak şekilde inşa edilmiş bir hisardır. 139 gün gibi kısa
bir sürede tamamlanan hisarın üç büyük kulesi, dünyanın en büyük kale
burçlarına sahiptir.
Rumelihisarı'nın adı Fatih vakfiyelerinde
Kulle-i Cedide; Neşri tarihinde Yenice Hisar; Kemalpaşazade,
Aşıkpaşazade ve Nişancı tarihlerinde Boğazkesen Hisarı olarak
geçmektedir. Bu adı Dukas "Kefalokoptis" biçiminde kullanmışsa da,
ondan başka hiç kimse bu adı kullanmamıştır.
Hisarın inşaasına
15 Nisan 1452'de başlanmıştır. İş bölümü yapılarak her bölümün inşaası
bir paşanın denetimine verilmiş, deniz tarafına düşen bölümün inşaasını
da Fatih Sultan Mehmet bizzat kendisi üstlenmiştir. Denizden
bakıldığında sağ taraftaki kulenin yapımına Saruca Paşa, sol
taraftakinin yapımına Zağnos Paşa, kıyıdaki kulenin yapımına da Halil
Paşa nezaret etmiştir. Buralardaki kuleler de bu paşaların adlarını
taşımaktadırlar. Hisarın inşaası 31 Ağustos 1452'de tamamlanmıştır.
Hisarın
yapımda kullanılan keresteler İznik ve Karadeniz Ereğlisi'nden, taşlar
ve kireç Anadolu'nun değişik yerlerinden ve spoliler (devşirme parça
taş) çevredeki harap Bizans yapılarından temin edilmiştir. Mimar E. H.
Ayverdi'ye göre hisarın yapımında yaklaşık olarak 300 usta, 700-800
amele, 200 arabacı, kayıkçı, nakliyeci ve diğer tayfa çalışmıştır.
60,000 metrekare alanı kapsayan eserin kargir hacmi yaklaşık 57,700
metreküptür.
Rumelihisarı'nın Saruca Paşa, Halil Paşa ve Zağanos
Paşa adlarında üç büyük ve Küçük Zağanos Paşa adında bir ufak toplam
dört kulesi ile 13 adet irili ufaklı burcu bulunmaktadır. Zemin katları
ile birlikte Saruca Paşa ve Halil Paşa kuleleri 9 katlı, Zağanos Paşa
Kulesi ise 8 katlıdır. Saruca Paşa Kulesi'nin çapı 23,30 metre, duvar
kalınlığı 7 metre, yüksekliği ise 28 metredir. Zağanos Paşa Kulesi'nin
çapı 26,70 metre, duvar kalınlığı 5,70 metre, yüksekliği ise 21
metredir. Halil Paşa Kulesi'nin çapı 23,30 metre, duvar kalınlığı 6,5
metre ve yüksekliği de 22 metredir.
Hisarın büyük kuleleri
birleştiren çevirme duvarlarının kuzeyden güneye uzunluğu 250 metre,
doğudan batıya uzunluğu ise 125 metredir. Dağ Kapısı, Dizdar Kapısı,
Hisarpeçe Kapısı ve Sel Kapısı olmak üzere 4 ana ve Mezarlık Kapısı
adlı bir tali kapısı vardır. Güneye bakan kulenin yakınında, cephane ve
erzak mahzenlerine giden yolların ucunda, 2 gizli kapısı da
bulunmaktadır. Biri tıkalı iki su mecrası, ikisi kaybolmuş üç çeşmesi
vardır. Camiden günümüze yalnızca yıkık minaresi kalmıştır.
Rumeli
Hisarı, 1509 depreminde büyük zarar görmüş ancak hemen onarılmıştır.
1746 yılında çıkan yangında ahşap kısmı harap olmuştur. Hisar tekrar
III. Selim (1789-1807) döneminde onarılmıştır. Hisarın kulelerini örten
ahşap külahlar yıkılınca, kale içi küçük ahşap evlerle dolmuştur. 1953
yılında cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın talimatı ile üç Türk bayan mimar
Cahide Tamer, Selma Emler ve Mualla Anhegger-Eyüboğlu hisarın onarımı
için gerekli çalışmaları başlatmış, kale içindeki ahşap evler
kamulaştırılarak yıkılmış ve restorasyon gerçekleştirilmiştir.
Rumeli
Hisarı bugün müze ve açık hava tiyatrosu olarak kullanılmaktadır.
Hisarda açık teşhir yapılmakta, sergi salonu bulunmamaktadır. Toplar,
gülleler ve Haliç'i kapattığı söylenen zincirin bir parçasından oluşan
eserler, bahçede sergilenmektedir.
Rumeli Hisarı ayrıca
İstanbul'un Sarıyer ilçesine bağlı bir semttir. Her yılın yaz döneminde
konserlerin başladığı mekan olarak da bilinir. Ayrıca çok sayıda balık
restoranı mevcuttur.
Emirgan Parkı
Sahilde
çay bahçeleri, arka sırtlarda büyük şehir parkı ile ünlü semt,
yeşilliklerle örtülü güzel bir yerdir. Sahildeki Şerifler Yalısı, Park
içinde kafe olarak kullanılan köşkler değişik çağlardaki Osmanlı
mimarisinin örnekleridirler. İstanbul Lale festivalinin yapıldığı
parkta korular, yürüyüş parkurları, süs havuzları vardır; burası tatil
günlerinde halkın rağbet ettiği bir dinlence yöresidir. Emirgan sonrası
yıllarca gemilerin havuzlandığı güzel, şirin İstinye koyu temizlenerek
yat limanı ve gezinti mahalli olarak düzenlenmiştir. Şehirden sırtları
takiben uzanan modern yollar burada ve Tarabya semtinde sahil yoluna
inerler. Tarabya çok güzel ve meşhur bir koy etrafında yerleşik eski
bir semttir. Cumhur Başkanlığı yazlık köşkü, Alman Elçiliği yazlığı,
plaj, beş yıldızlı sahil oteli ve sıralı lokantaları ile ünlüdür.
Ayasofya Müzesi
Dünyanın
8.harikalarından birisi sayılan Ayasofya, Sanat Tarihi ve mimarlık
dünyasının 1 numaralı yapısı hüviyetindedir. Bu yaşta ve bu ebatta
zamanımıza gelebilmiş ender eserlerdendir. Orijinal adı Hagia Sofia
olan, Türklerin Ayasofya dedikleri yapı yanlış bir şekilde, Saint Sofia
olarak bilinir. Bazilika, Sofia isimli bir azizeye değil, Kutsal
Hikmet’e ithaf edilmişti. Önceki bir pagan mabedinin yerinde yapılmış 3
ayrı bazilika aynı isimle anlatılmıştı. İmparator Büyük Konstantin
devrinde kilise yapılmadığı halde, bazı kaynaklar, ilk Ayasofya
Bazilikasının onun tarafından yaptırıldığını iddia ede gelmiştir. Küçük
ölçülerdeki ahşap çatılı ilk yapı 4. yy. ikinci yarısında Büyük
Konstantin’in oğlu Konstantinus zamanında yapılmıştı. 404 yılında, bir
isyan sırasında yanan ilk yapının yerine, daha büyük ölçülerde inşa
edilen 2. kilise 415 yılında törenle açılmıştı. 532 yılında Hipodromda
yapılan bir araba yarışı sonucu çıkan kanlı isyan on binlerce
şehirlinin ölümüne ve pek çok binanın yakılmasına sebep olmuştu. “Nika”
isyanı diye bilinen ve İmparator Justinyen aleyhine gelişen bu isyanda
Ayasofya Kilisesi de yakılmıştı.
İsyanı zorlukla bastıran
İmparator Justinyen “Adem’den beri hiçbir devirde görülmemiş ve
görülmeyecek” bir ibadethane yapmak için harekete geçti. Önceki
bazilikanın kalıntılarının üzerine 532 yılında yapılmaya başlanan,
Hıristiyanlık âleminin bu en büyük kilisesi beş yılda tamamlanarak,
537’de merasimlerle açıldı. İmparator hiçbir masraftan kaçınmayarak
devlet hazinesini mimarların önüne saçtı. (Tralles’li Anthemius ile
matematikçi, Miletoslu İsidorus) Kubbe inşaatı Roma mimarisi tarafından
geliştirilmiştir, Bazilika planı da eski devirlerden beri tatbik
edilmekte idi. Yuvarlak yapıların üzerleri çok büyük ölçüde kubbe ile
örtülebilmişti. Ancak Justinyen Ayasofya’sındaki gibi dikdörtgen bir
mekan ortasında, dev ölçüde bir merkezi kubbe yapımı, mimarlık
tarihinde ilk kez deneniyordu. Rahiplerin koruyucu duaları okumaları
devam ederken, İmparatorluğun hemen her yerinde mevcut olan erken devir
kalıntılarından getirtilen çok sayıda ve değişik mermer parçaları,
sütunlar yapıda kullanıldı. Sonraları da bu devşirme malzeme ve
bilhassa sütunlar için, neye yarayacağı anlaşılmaz, bir sürü orijin
hikayesi uyduruldu. Justinyen devrinde Ayasofya bir zevk ve gösteriş
ürünü olarak ortaya çıkmıştı. Sonraki devirlerde ise bir efsane ve
sembol olarak kabul edilmiştir. Bin yıl süre ile aşılamayan ölçüleri
yanında finans zorlukları ve teknik yetersizliklerden ötürü efsanevi
görülmüş, böyle bir yapının ancak kutsal kuvvetlerin yardımı ile
yapılabileceği zannedile gelmişti. Ayasofya bir 6yy. Bizans devri eseri
olmakla beraber, ön misali olmayan, sonraki devirlerde de taklit
edilmeyen Roma mimari geleneğine bağlı bir “Deneme” dir. Dış ve iç
görünüşteki tezat ve iri kubbe Roma’nın mirasıdır. Dış görünüş zarif
değildir, proporsiyonlara dikkat edilmemiş, bir kabuk gibi yapılmıştır.
Bunun tersine iç görünüm saray gibi görkemlidir, göz alıcıdır; yapı,
dev bir “İmparatorluk” eseridir. Açılış merasiminde heyecanına hakim
olamayan İmparator atların çektiği arabası ile içeriye dalmış, Tanrıya
şükür ederek, Süleyman Peygambere üstün çıktığını haykırmıştı. Bazilika
etrafını çevreleyen yüksek binaları ile büyük bir dini merkez olarak
gelişmişti. Bizans İmparatorları ile Doğu Hıristiyan kilisesinin
yüzyıllar sürecek çekişmeleri için sahne artık hazırdı. Eşsiz ve
üstünlüğüne rağmen yapının hayati önemde hataları vardı. En önemli
mesele kubbenin iriliği ve yan duvarlara yaptığı basınç idi. Böylesine
bir kubbenin ağırlığının temellere aktarılması için lazım olan mimari
unsurlar o devirde henüz tam gelişmemişti. Yanlardan dışa doğru eğilen
duvarlar orijinal, basık kubbenin 558 yılında yıkılmasına şahit
oldular. Yapılan ikinci kubbe daha yüksek ve daha küçük çaplı
tutulmuştu. Bu kubbenin de yarıya yakın kısmı 10 ve 14 yy'’arda 2 defa
daha çökmüştür.
Ayasofya her devirde hazineler dolusu sarflar
yapılarak ayakta tutulabilmiştir. Türk’lerin şehri 1453 yılında
fethetmeleri, harap durumdaki Ayasofya’nın derhal camiye çevrilerek
kurtarılmasına sebep olmuştur. Türk mimarı Koca Sinan’ın 16.yy.da
eklediği payanda duvarları, 19. yy. ortasında Mimar Fossati kardeşlerin
ve 1930’dan itibaren yapılan diğer restorasyonlar ve kubbenin demir
kuşak ile çevrilmesi önemli tamirlerdi. 2000 li yılların
restorasyonları, mevcut madeni portatif iskele ile daha seri
yapılabilecektir. Ayasofya 916 yıl baş kilise ve 477 yıl cami olarak,
aynı tanrıya inanan 2 değişik dinin hizmetinde olduktan sonra
Atatürk’ün emri ile müze yapılmıştır. 1930-1935 yılları arasında ortaya
çıkartılıp temizlenen bir kısım mozaikler Bizans'ın önemli sanat
eserleri arasında yer alırlar.Bizans ve Osmanlı döneminin izlerini
taşıyan muhteşem mimarisi ile ülkemizin en çok ziyaret edilen ilk üç
müzesinden biridir.
ZİYARET
Avlunun içerisindeki müze
girişi, asırlar sonra yeniden kullanılmaya başlanan, batı yönündeki
orijinal kapıdır. Girişin yanında önceki, ikinci binanın kalıntıları
görülür. Vaftiz olamayanların girebildikleri dış koridor 5 kapı ile iç
koridora, burası da 9 kapı ile kilisenin esas kısmına açılır. Ortadaki
yüksek kapı İmparatorluk kapısı idi. Bunun üzerindeki mozaik pano 9.
yy. sonunda yapılmıştır. Ortada taht üzerinde oturan pantokrator
İsa’dan bir imparator şefaat istemektedir. Yanlardaki madalyonlarda
Meryem Ana ve Baş Melek Gabriel’in portreleri vardır. İç koridor ve yan
neflerin tavanındaki diğer figürsüz mozaikler Justinyen devri
orijinalleridir.Yapının ana kısmında ziyaretçiyi görkemli ve muazzam
bir mekân karşılar. İlk adımdan itibaren kubbenin tesiri derhal
hissedilir. Sanki havaya asılı gibi durmakta ve bütün binayı
kaplamaktadır. Duvarlar ve tavanlar mermer ve mozaiklerle kaplı,
rengarenk bir görünüştedir. Kubbe mozaiklerinin 3 değişik renk tonu,
yapılan 3 değişik tamirat devrini gösterir. Yüksekliği ve çapı ile
dünyanın en büyük kubbesi iken günümüzde de sayılı büyük
kubbelerindedir. Yapılan tamiratlardan dolayı kubbe tam bir çember
değildir. Kuzey – Güney çapı 31,87 m.dir. Doğu – Batı çapı 30,87 m.
olup yüksekliği 55,60 m.dir. Kubbenin dayandığı 4 pandantifte, 4
kanatlı melek figürü, yüzleri kapatılmış olarak yer alır.
Dikdörtgen,
geniş orta mekanın sütunlarla ayrılmış 2 yanında, karanlık neftler
uzanır. Orta mekan 74.67 x 69.80 m.dir. Alt katta ve galerilerde toplam
107 sütun vardır. Ayasofya sütun başlıkları tüm yapının en
karakteristik ve belirgin, klasik, 6. yy. Bizans süsleme örnekleridir.
O çağa ait bir özellik olan derin oyulmuş mermerler güzel bir ışık,
gölge oyunu ortaya serer. Ortalarında İmparator monogamları bulunur.
Köşelerde yer alan antik porfir sütunlar, yeşil Selanik mermerinden
yapılma orta sütunlar ve tümünün beyaz mermerden yapılma, zengin
işlemelerle süslü başlıkları insanı eski günlere götürür. Ayasofya’yı
boş bir müze görünümünden sıyırıp bazilika veya cami olarak
kullanıldığı, gösterişli, mistik, değişik, eski orijinal görünümünde
hayal etmek lazımdır. Büyük bir İmparatorluğun baş kilisesi olduğu
devirlerde apsis önünde yer alan bölme, altar, ambon ve diğer merasim
gereçleri altın ve gümüş levhalarla kaplı, fildişi ve mücevherlerle
süslü idiler. Bazı kapılar bile böylesine kıymetli madenlerle kaplı
idi. Latin istilası bütün bunları ve diğer bazı mimari parçaları
sökerek Avrupa’ya taşımıştı.Apsis yarı kubbesinde kucağında çocuk İsa
ile Meryem Ana, sağ yanda da Baş Melek mozaikleri bulunmaktadır. Karşı
duvardaki bir başka melek figürü tahrip olmuştur.
Galeriler
seviyesinde duvarlara asılı, deri üzerine yapılmış 7.5 m. çapındaki
büyük diskler ve kubbedeki yazıt, eserin cami olarak kullanıldığını
hatırlatırlar. 19. yy. ortalarında dönemin büyük ustaları tarafından
yazılan bu kaligrafiler birer şaheserdir. Yuvarlak tablolarda Allah,
Hz. Muhammed, 4 Halife ve Hasan-Hüseyin isimleri yazılıdır. Döneminin
güzel örnekleri mihrap üstü vitraylar, apsis içine yerleştirilmiş cami
mihrabı, yanındaki minber ve mevlithanlar balkonu Türk dönemi
ekleridir. Zeminde yer alan, renkli mermer parçalarından yapılmış kare
kısım, belki 12. yy.da ilave edilmiş, İmparatorların taç giydiği
mahaldir.
Ayasofya Müzesi
Üstün kaliteli mermerden
yapılmış iki küresel iri kap orta mekânın giriş yanlarında yer alır.
Antik orijinli bu kaplar geç 16. yy’da Bergama’dan getirtilmiştir.
Binanın kuzey köşesinde “terleyen sütun” bulunur. Alt kısmı bronz bir
kuşak ile çevrilmiş, parmak sokulabilen bir dilek deliği olan sütun
hakkında bolca masal ve efsane vardır. Binayı dışardan destekleyen
payandaların kuzeydeki ilkinin içerisi rampadır. Üst galerilere bu
rampa ile çıkılır. Binayı üç yönden kuşatan galerilerden muhteşem iç
mekan bambaşka görülür. İmparatorluk kadınları ve kilise toplantıları
için ayrılmış kısımları vardır. Kuzey kanatta bir, güney kanatta da
3’lü figürler halinde 3 mozaik pano bulunur. Güney galeride, yanındaki
pencereden giren gün ışığı altında, Bizans mozaik sanatının şaheser
panosu yer alır. Buradaki konu, çok geniş son mahkeme sahnesinin tam
ortasında bulunan; “Diesis” diye bilinen, üçlü figürdür. Ortada İsa
onun sağında Meryem, solunda ise Hz. Yahya yer alır. Değişik dizili
arka fon mozaikleri, figürlerin güzelliğini daha da artırır, yüz
ifadeleri fevkâlede realisttir.
Güney galeri dibindeki 12. yy.
mozaik panoda, Meryem Ana ve çocuk İsa, İmparator II. Komnenus,
İmparatoriçe İrene, yan duvarında hasta Prens Aleksios yer alır. Takdim
edilen rulo kiliseye bağışları, deri kese ise altın yardımını
belirtmektedir. Macar asıllı imparatoriçenin ırk özellikleri; açık ten
ve açık saç rengi belirgindir. Buradaki ikinci pano, tahta oturmuş İsa,
yanında İmparatoriçe Zoe ve üçüncü kocası Konstantin Monomakhos'dur,
Konstantin’nin kafası ve üstündeki yazıt kazınıp, tekrar yapılmıştır.
Orijinal mozaik Zoe’nin ilk kocasına aitti. Bu panoda İmparatorluk
ailesinin kiliseye şükran ve bağışları sembolize edilmektedir.İç
koridordan müzeyi terk ederken görülen büyük bir mozaik pano 10. yy’dan
kalmadır. Bozuk perspektifli figürler: Ortada Meryem Ana ve çocuk İsa,
yanlarda ise şehir maketini sunan Büyük Konstantin ile Ayasofya
maketini sunan Justinyen'dir. Çıkışta kısmen zemine gömülü M.Ö. 2.
yy’dan kalma muazzam bronz kapılar Tarsustan, belki de bir pagan
mabetinden getirtilerek, burada tekrar kullanılmıştır.
Müze
bahçesinde değişik devirlerde inşa edilmiş Türk Sanat eserleri bulunur.
Bunlar bazı sultanların türbeleri, okul, saat ayar evi ve şadırvandır.
Doğu cephesi minareleri 15, batıdakiler de 16. yy’da eklenmişlerdir.